29 Mart 2010 Pazartesi

#8

Bir gün bu şarkıyı içimden gelerek, iliklerimde hissederek, "tam da beni anlatıyor" diyerek avaz avaz söyleyebilecek halde olmayı istiyorum...

I wish today was just like every other day, 'cause today has been the best day, everything I ever dreamed...

#7

Yazarın notu: İşbu şarkı sözü, son zamanlarda içinde bulunduğum halet-i ruhiyenin tasviridir...


Bir acı var kördüğüm boğazımda,
Tadım yok biraz bu aralarda..
Dağıttım biraz da son zamanlarda.
Yüreğim artık beni yormasana..
Gönül gözüm kapandı, sesim çıkmaz artık bu odalarda.
Heves ederdim ya eskiden, artık gücüm yok bu hayata..
Çekip gidesim var artık yalan dünyadan,
Önüme çıkıp duran sahte yüzlerden..
Hiç bir söz bir nefes kesmiyor beni,
Nedense birkaç gündür gidesim geldi...

Doomsday...

27 Mart 2010 Cumartesi

#6

Bahar değişikliği

An itibariyle blogumun şablonunu ve renklerini değiştirmiş bulunmaktayım. Blogumda mevsimlere uygun konseptler ve değişiklikler yapmayı kuruyorum kafamda şu anda. Haydi bakalım, bahar konseptimiz hayırlı olsun :)

26 Mart 2010 Cuma

#5

Single Father yolda!!!

Not: Bu yazı(cık) başta ben olmak üzere tüm David Tennant hayranları için yazılmıştır. 

David'in yeni dizi projesi olan Single Father'ın çekimlerine bu hafta Glasgow'da başlandı. Hatta bu çekimlerden ilk fotoğraf karesi de yayınlanmış bulunmakta.
Single Father'ın konusuna gelince: Glasgow'da yaşayan 4 çocuk babası bir fotoğrafçı olan Dave'in hayatı, eşi Rita'nın ani ölümüyle altüst olur. Eşinin en iyi arkadaşı Sarah'a aşık olmasıyla, 4 çocuğuyla tek başına başa çıkmaya çalışan Dave'in hayatı daha da karmaşık hale gelir. Biz de bunu bir güzel oturup keyifle izleriz.İzlemez miyiz hiç? Tabii ki izleriz. David oynar da gözlerimiz bayram etmez mi? Tabii ki eder :)

Gerçi çekimleri yeni başladı ama "çekimler artık bitse de izlesem" moduna çoktan girmiş bulunmaktayım. Hadi David, çok bekletme bizi!!!


Edit: Çekimlerin Mayıs ayı sonunda bitmesi planlanıyormuş. Of yaa, daha çok var bitmesine :(

21 Mart 2010 Pazar

Mental illness is real, is a real illness. You can die of it, you know?

"Murder in Samarkand"da sinirsel çöküşün eşiğindeki Craig'in repliğiydi bu. Duyduğumda Craig'e sonuna kadar hak verdiğim bir replik.

Öyle bir zehirdir ki zihinsel hastalık.. Öyle yıpratır ki sizi.. İçten içe sizi kemirir, günden güne tüm benliğinize yayılır, hasta eder sizi. Kanserden pek farkı yoktur neredeyse. Ama kanser gibi de belli etmez kendini, ne röntgende, ne MR'da ne de test sonuçlarında gözükür. Halk arasında saygınlığı da yoktur bu hastalığın, size "deli" der geçerler. Ama bilmezler ki o "deli" diğer hastalar kadar hastadır... Anlamazlar ki çektiğiniz ızdırap diğer hastalarınkinden az değildir, diğer hastalıklar gibi "şuracıkta ölsem de kurtulsam" dedirtir insana... Hatta belki diğer hastalıklardan daha çok dedirtir, zihinsel hastalıklara sahip kimselerin intihar veya intihara yeltenme hikayelerini her gün duyuyoruz.

Zihinsel hastalık sadece zihinle sınırlı kalmaz, fiziksel olarak da günden güne çöküşün eşiğine gelirsiniz. Boğazınızdaki yumru, baş ve göğüs bölgelerinizdeki ağrılar ve ağırlık hissi sizi hiç bırakmaz. Nefes alamadığınızı hissedersiniz adeta.. Boğazınızdaki ağrı ve sinirden ağlayacak duruma geldiğinizde rahatlamak için su içersiniz, aromaterapik çözümlere başvurursunuz(parfüm, kolonya ve birtakım esanslar koklamak vs.). Ama bu çözümlerin ömrü kısadır. İlaçlara başvurursunuz çok kötüyseniz. Passiflora en iyi arkadaşınız olur, Passiflora'nız biterse ya da sürekli içmekten artık sizin işinize yaramaz hale gelmişse bu sefer içki dolabını ziyarete başlarsınız. Sinir bozukluğunuzun derecesiyle doğru orantılı olmak üzere kimi zaman dolaptaki likörden, şaraptan, votkadan, viskiden koca bir fırt çekersiniz. İçki boğazınızdan geçerken boğazınızdaki ve göğsünüzdeki yanma hissi hoşunuza gider, bir nebze gevşediğinizi hissedersiniz. İçinizdeki o yumak bir nebze gevşemiş, çözülmüş gibidir. Neden sonra, biraz unutursunuz eleminizi. Yine herşeyi deliliğe vurmaya çalışırsınız eskisi gibi, ta ki herşey başa dönüp yine sinir krizi eşiğine gelene kadar. Aslında "sinir krizi"nden ziyade "nervous breakdown" sözcüğü bana daha etkili, daha anlamlı geliyor. Batı hayranlığı filan değil, sadece bu sözcük, içinde bulunulan durumu daha iyi anlatıyor diye düşünüyorum. "Breakdown" "kırılma, çöküş" gibi anlamlara sahip bir kelime -ki "kriz"den daha güçlü bir anlama sahip kanımca.

Zihinsel hastalıkların uzağında olmanız dileğiyle...

18 Mart 2010 Perşembe

7 Mart 2010 Pazar

"Fareler ve İnsanlar" Radyo Oyunu

En sonunda dinleyicisiyle buluştu Steinbeck'in "Fareler ve İnsanlar"ının radyo uyarlaması. Hikaye California'da geçtiği için oyunda Amerikan aksanı hakimdi. Britanyalı oyuncuların ağzından Amerikan aksanını duymak ise çok garipti benim için. Mesela, George Milton'u seslendiren David Tennant'ın İngiliz ve İskoç aksanlarını duyduktan sonra Amerikan aksanı biraz yapay geldi bana.Ya da ne bileyim, ağdalı Britanya aksanlarından sonra kelimeleri yuvarlaya yuvarlaya Amerikan aksanı konuşmasını garipsemişimdir belki.. Belki de hakkında hiçbir bilgimin olmadığı California aksanı böyledir. Neyse, oyunu bir kez daha dinleyeyim bakalım, belki bu sefer garip gelmez..

Oyunun kadrosuna gelince:

George ...... David Tennant
Lennie ...... Liam Brennan
Carlson/Crooks ...... Jude Akuwudike
Candy ...... Christopher Fairbank
Curley's Wife ...... Melody Grove
Slim ...... Neil McKinven
Curley's ...... Richard Madden

Dramatised by Donna Franceschild
Directed by Kirsty Williams.



Lafı uzatmayayım, oyunu 14 Mart 2010'a kadar BBC Radio 4'ün internet sitesinden online olarak dinleyebilirsiniz. Buradan buyrun:



Oyunu arşiv olarak saklamak isteyenler buraya:

5 Mart 2010 Cuma

O'na...

Ansızın bir rüzgar çıksa, saçlarını dağıtsa,
Çocuksu saçlarını..
Ben üşüsem...

Uzaklarda bir yerlerde, tanımadığın, bilmediğin,
Ama yüreğinde özlediğin o kadın ben olsam..
Başucunda özlediğin bir kadın adını seslense,
Özlediğin o kadın ben olsam..

Ansızın bir yağmur yağsa, birden ıslansam
Sımsıkı sarılsan bana,
Öylece kalsam..

Uzaklarda bir yerlerde, tanımadığın, bilmediğin,
Ama yüreğinde özlediğin o kadın ben olsam..
Başucunda özlediğin bir kadın adını seslense,
Özlediğin o kadın ben olsam...

3 Mart 2010 Çarşamba

#3

Haydi, Russell-Cotes Müzesi'ni Keşfetmeye!



...hem de oturduğunuz yerden! Evet, yanlış okumadınız, oturduğunuz yerden diyorum. Nasıl mı? İnternette son zamanlarda yaygınlaşmaya başlayan 360 derece keşif  sistemi sayesinde, artık yerinizden kalkmadan müzeleri, tarihi bölgeleri gezmek mümkün. Bu aralar tahminimce yeni yeni gelişmeye başlayan bu özellik belli başlı internet sitelerince kendini göstermeye başladı. Bunlardan bir tanesi de Bournemouth'daki Russell-Cotes Müzesi'nin sitesi.

Size Russell-Cotes Müzesi'nden kısaca bahsedeyim önce. Bournemouth East Cliff'te yer alan Russell-Cotes Müzesi (eski adyla East Cliff Hall), 1800'lü yılların ortasından 1900 lü yılların başına dek o dönemin Bournemouth belediye başkanı Sir Merton Russell-Cotes ve eşi Lady Annie Russell-Cotes'a ev sahipliği yapmış, gerek manzarası gerek John Frederick Fogerty tarafından dizayn edilen mimarisiyle harika bir bina. 1920 de Lady Russell-Cotes'un ve 1921'de sit Russell-Cotes'un ölümlerinden sonra bina müze olarak kullanılmaya başlamış. Viktoryan dönemin önemli zenginleri arasında moda olduğu üzere sık sık yurtdışına seyahate çıkan Russell-Cotes çifti, Sir Merton'un sanata karşı merakının da etkisiyle her gittikleri yerden sanat eserleri ve gittikleri bölgeye özgü eşyalar getirmişler. Böylece müzede sergilenen Russell-Cotes Sanat Kolleksiyonu ortaya çıkmış. Evin her odasının teması, hikayesi başka. Ama beni en çok etkileyen odalardan biri Mikado's Room. İçindeki eserler değil beni etkileyen; Sir Merton'un eşinin ölümünden sonra bu odayı eşinin hatırasına vakfetmiş olması. "Vay be, ne insanlar, ne aşklar varmış o dönemde. Şimdi öyle aşklar nerdee..." dedirtiyor insana.

Neyse, çok gevezelik ettim galiba. Russell-Cotes Müzesi'nin internet sitesi için buradan buyrun:



Bu da 360 derecelik keşif turu için tıkırdatmanız gereken link:



Buradan da evin odalarıyla ilgili bilgileri edineceğiniz link:



Haydi bakalım, iyi gezmeler!!   Bu arada, şemsiyenizi yanınıza almayı unutmayın sakın!  Malum, İngiltere havası işte, ne olacağı belli olmaz; benden söylemesi..   :)

2 Mart 2010 Salı

"Fareler ve İnsanlar" Radyo Oyunu 7 Mart'ta Dinleyiciyle Buluşuyor!

Sizlere söz verdiğim üzere "Fareler ve İnsanlar''ın radyo oyunu uyarlamasıyla ilgili edindiğim son gelişmeyi aktarıyorum: Bu oyunu dinlemek istiyorsanız 7 Mart Pazar günü Türkiye saatiyle saat 17:00-18:00 arası kimseye söz vermeyin. Oturun evinizde, alın çayınızı kahvenizi, uzatın ayaklarınızı, açın bilgisayarınızı, tıklayın BBC Radio 4'ün internet sitesini, bir yandan çayınızı kahvenizi yudumlayıp bir yandan da Steinbeck'in bu şaheserini işitsel olarak özümseyin. Bir yandan günlük kültür kotanızı doldururken bir yandan da İngilizce "listening" alıştırması yaparsınız, fena mı? :)

Şimdiden iyi dinlemeler!