26 Ocak 2010 Salı

Ahmet San'dan geliyor: Olllmaddı!



Bilenler bilir, göz makyajında gölge özürlü bir insanım. Gerçi pek uğraşmadım bu konuda ama yine de yaptığım denemeler hüsranla sonuçlanınca ben de "gözünü seveyim sadeliğin ve tek renkliliğin" diye höykürerek gölge yaratma çabalarıma son vermiştim. Bir süredir şu gölgeli mölgeli, hazır yapılmış göz makyajı şeklindeki far sticker'larından -ya da adı her neyse onlardan- haberdardım, hatta "bir denesem mi ki?" şeklinde tilki kuyrukları kafamda dört dönmekteydi. Taa kiii teyzemin Avon'un o zamazingolarından almış olduğunu farkedene kadar. "Heyooo, bir tanesini alıp evde deniciim teyzoş" deyip hemen bir çiftini aldım. Bugün banyoda tek başıma denememin sonucunu söylüyorum: Gene hüsran!!  Gerçi kullanma kılavuzuna filan bakmadım öyle, lök diye gözümün üstüne koyup azıcık parmaklarımla ovaladım üstten. Tam yerleştiremedim mi, yoksa iyi ovalayamadım mı nedir, göz kapağımda pek bir şey çıkmadı. Göz kapağımdan kaşlarıma kadar olan kısımsa -tam bir mavi panda görüntüsü!  Gözün yan taraflarında komik bir kavisle sona eren açık mavi bir far, göz kapaklarımdan kaşlarıma kadar olan bölgeyi kaplamış durumda, göz kapakları ise koyu mavi olması gerekirken neredeyse renksiz bir şekilde!  Parmaklarımla iyice dağıttım o açık mavi farı gözümün her yerine, sonra da yıkadım. Meğer o far zamazingosunu göze doğru düzgün uygulamayı başardıktan sonra -ki bu kısım bana biraz imkansız geldi, hele de tek elle, belki iki kişi olunursa bir sonuç alınabilir- parmakla hafifçe dağıtmak lazımmış. Bunun için kendime ve o far zamazingosuna bir şans daha veriyor ve hevesimi bir sonraki sefere saklıyorum. Haydi hayırlısı!

#1










Buldum!! Buldum!!!


Daha Çanakale yollarındayken walkman'da dinlerdim Mikis Theodorakis'i. Ezgileri o 6 saatlik uzun yolu şenlendirirdi, hele ki Gelibolu yolunda deniz kenarından geçerken keyfim iyice gelirdi yerine. Bir de bir kadın vardı adını bilmediğim; kadife sesli..Walkmandeki kasetten ulaşan bir ses.. Bir ses ki, o güzelim Yunan ezgilerine güzelik katan, insanın içine işleyen.. Sahibini bilmediğim bu sese hayrandım, görmeden sevmiştim bu sesin sahibini. Zaten bir insanı sevmek için illa da onunla tanışmak, onu tanımak gerekmez bence. Bir bakış, bir gülüş, bir ses, hatta bir soluk bile sevmenizi sağlar bir insanı. Neyse.. Aradan yıllar geçti, walkman'im ve o kaset nerededir bilemiyorum şu an; ama o yolların ve yollarda dinlediğim o şarkıların tadı damağımda kalmıştı. Pazar gecesi birdenbire canım Yunan şarkıları dinlemek istedi, hemen bilgisayarımdan arama yapıp birkaç şarkı buldum.  "To Mesimeri" adlı şarkıyı bir dinleyeyim dedim. Aman Tanrım! O ses! Şarkıcı olarak Mikis Theodorakis'in adı görünüyor ama şarkıyı söyleyen Theodorakis değil, o kadın!   Hemen detaylı bir araştırma yaptım ve sonunda o sesin sahibini ve yüzünü buldum! Maria Farantouri'ymiş meğer o gizemli sesin sahibi. 28 Kasım 1947 Atina doğumlu sanatçı, Mikis Theodorakis'in gözde yorumcularından biri. Türk-Yunan dostluğunu destekleyen konserler  çerçevesinde Zülfü Livaneli'yle yapmış olduğu düetler ve hata çıkardı albümler mevcut. Farantouri'den dinlediğim şarkıların birkaç tanesini youtube'dan bulabildim ancak, Limewire ve ares'ten hiçbir sonuç çıkmadı maalesef.. Neyse canım, youtube da bir şeydir... İşte size bu muhteşem sesten ve Mikis Theodorakis'in yönettiği o muhteşem orkestradan iki örnek:


21 Ocak 2010 Perşembe

National Television Awards 2009 Winners and Nominations




Serial Drama Performance:
Lacey Turner (EastEnders)
Katherine Kelly (Coronation Street),
Simon Gregson (Coronation Street),
Gray O'Brien (Coronation Street)

Drama Performance:
David Tennant (Doctor Who)
Philip Glenister (Ashes to Ashes),
David Jason (A Touch Of Frost),
David Threlfall (Shameless)

Drama:
Doctor Who (BBC)
The Bill (ITV),
Shameless (Channel 4),
Casualty (BBC)

Serial Drama:
Coronation Street (ITV)
EastEnders (BBC),
Emmerdale (ITV),
Hollyoaks (Channel 4)

Star Travel Documentary:
Stephen Fry: In America
Billy Connelly: Journey To The Edge Of The World,
Joanna Lumley: In the Land Of The Northern Lights,
Piers Morgan: On Dubai

Most Popular Entertainment Programme:
Ant & Dec's Saturday Night Takeaway (ITV)
The Paul O'Grady Show (Channel 4),
I'm a Celebrity... Get Me Out of Here! (ITV),
Big Brother (Channel 4)

Most Popular Entertainment Presenter:
Ant & Dec
Holly Willoughby,
Michael McIntyre,
Paul O'Grady

Most Popular Talent Show:
The X Factor (ITV)
Strictly Come Dancing (BBC),
Dancing On Ice (ITV),
Britain's Got Talent (ITV)

Most Popular Comedy Programme:
Gavin & Stacey (BBC)
Benidorm(ITV),
The Inbetweeners (Channel 4),
Harry Hill's TV Burp (ITV)

Most Popular Factual Programme:
Loose Women (ITV)
Top Gear (BBC),
The Apprentice (BBC),
Come Dine With Me (Channel 4)

Most Popular Newcomer:
Craig Gazey (Coronation Street)
Neil McDermott (EastEnders),
James Sutton (Emmerdale),
Bronagh Waugh (Hollyoaks)

Special Recognition Award:
 Stephen Fry

4 Ocak 2010 Pazartesi

...


İstersen kilometrelerce, millerce uzağa git, herşeyden, herkesten kaç... Fakat kaçabilir misin kendinden? Kaçabilir misin yüreğindeki ağırlıktan? Nereye gidersen git, yüreğin de, yüreğindeki ağırlık da, aklındaki karışıklık da izleyecek seni bir gölge gibi.. Şimdiye kadar hiç kendinden kaçabildiğin oldu mu? Hayır. Kendinden kaçamadın, kaçamazsın ve kaçamayacaksın. Ne kalabalıklar arasına karışmak, ne de kendini bir başına odalara kilitlemek kurtaracak seni kendinden.. Eğer derdinin çaresi varsa ne ala; bir şekilde o çareyi bulup kurtulacaksın, atacaksın üstündeki yükü. Ama ya çaresi yoksa, ya da çaresi imkansızdan bir adım öncesiyse? O zaman ne olacak? O zaman yanmaya mahkumsun işte.. Faydası olmasa da isyan etmeye, kurtulmak için çırpınmaya hazırla kendini; ama dedim ya, faydası olmayacak bunların.. Bir yandan içinde bulunduğun durumun basitliğine ve daha da önemlisi saçmalığına güleceksin içten içe, aptalca bulacaksın; ama diğer yandan da kurtulması çok çok zor olacak.. Biliyorsun böyle bir şeyi daha önce de yaşadın, fakat bu çok daha farklı geliyor değil mi? Çok daha farklı hissediyorsun bu sefer.. Biliyorsun aslında neler olacağını, ya da tahmin ediyorsun iyi kötü; ama gene de kendine engel olamıyorsun.. Bunun bir gün bir şekilde biteceğini biliyorsun -ya da umuyorsun- ama gene de bastıramıyorsun içindeki isyanı.. Bu seferki isyan çok daha farklı çünkü, içinde bulunduğun duruma lanet ediyorsun, kaderine küstün gene.. Çevrene de, kendine de küstün, farkında değil misin sanki? Hem de çok farkındasın her zamanki gibi.. Kendine olan kızgınlığın, küskünlüğün sırf bu olay yüzünden de değil, bunun da farkındasın. Başka şeyler de var her zamanki gibi.. Belki biraz da -ya da fazlaca- anlamsızca çekincelerin, korkuların, kararsızlıkların -hatta üşengeçliklerin- yüzünden de bu haldesin şimdi... İçinden deliler gibi ağlamak, isyan etmek, bağırmak geliyor ama senden başka kimse bilmediği için, kimselere anlatamayacağın için susmak zorundasın; bastırmak, tıkamak zorundasın bunları.. İçindeki dinmeyen kasırgalara rağmen dışarıdan sütlimanmış gibi görünmek zorundasın.. Kendini dizginlemek için lavanta kolonyalarına, bitkisel sakinleştiricilere saldıracaksın gene çevrene belli etmeden.. Başka çaren yok çünkü.. Etttiğin dualar sana bile temiz kalpli, masumane gelmese de, devam edeceksin o dualara. Çünkü biliyorsun ki eğer o dualar bir şekilde kabul olursa bir parça yatışabileceksin. Bu dualar yüzünden kendini suçlu hissediyorsun, günahkar gibi hissediyorsun ama bu seferki isyanın çok daha farklı bir sebepten kaynaklandığı için bir parça haklı görüyorsun kendini sanki.. Yorgunsun, hem de çok... Bir buçuk günde kendini bin yaş yaşlanmış gibi hissediyorsun gene.. Başındaki ağrı dün akşamdan beri dinmedi değil mi? Dinmeyecek tabii.. Ruhun iyileşmeden bedenin de iyileşemeyecek çünkü... Sebebi çok basit ve çocukça olsa da kendini o kadar yaralanmış, o kadar hüzünlü hissediyorsun ki, kimselerle konuşmak istemiyorsun.. Belki de konuşmak istiyorsun ama konuşurken birden ağlamaya başlamaktan korkuyorsun, kimbilir? Bu gözyaşlarının seni iyileştirecek yerde daha da yaralamasından, umutsuzluğunu arttırmasından korkuyorsundur belki de? Bazı şeyleri kendine bile olsa itiraf etmek çok zor, değil mi?

Umuyorum ki bir gün iyileşeceksin. Tıpkı ankaların ölürken yandığı gibi, sen de yanma günlerini yaşıyorsun bugünlerde; fakat bir gün gelecek, bir anka gibi küllerinden doğacaksın yine... Yine güleceksin eskisi gibi, hatta şimdi imkansız gibi gelse de bu haline bile güleceksin belki de.. Yalnızca sabretmen gerekli içindeki yangın dinene kadar. her zaman yaptığın gibi kendine sarıl, başka yapabileceğin bir şey yok çünkü.. Sana kızsam da, küssem de seni seviyorum... Kendine iyi bak(maya çalış), ne olur...

Gloomy Sunday...

Sunday is gloomy
My hours are slumberless
Dearest the shadows
I live with are numberless
Little white flowers
Will never awaken you
Not where the black coach
Of sorrow has taken you
Angels have no thoughts
Of ever returning you
Would they be angry
If I thought of joining you?
Gloomy Sunday
Gloomy is Sunday
With shadows I spend it all
My heart and I
Have decided to end it all
Soon there'll be candles
And prayers that are said I know
But let them not weep
Let them know that I'm glad to go
Death is no dream
For in death I'm caressing you
With the last breath of my soul
I'll be blessing you
Gloomy Sunday
Dreaming, I was only dreaming
I wake and I find you asleep
In the deep of my heart here
Darling I hope
That my dream never haunted you
My heart is telling you
How much I wanted you
Gloomy Sunday...

Kulaklara ve Gönüllere Çekilen Doyulmaz Ziyafet: 26. Uluslararası Ankara Müzik Festivali


Şu anda TRT 2'de yayınlanan 26. Uluslararası Ankara Müzik Festivali'ni izliyoruz maaile. Gerek orkestranın zenginliği, gerek solistlerin ses kalitesi açısından kulaklarımızın pası silinirken, seslendirilen nostaljik parçalarla da gönlümüz okşanıyor adeta..